2 Ekim 2009 Cuma

GÜZ PEMBELERİ VE ÇİFTÇİ RAMAZAN'LA SON GÖRÜŞMEMİZE DAİR...

İstanbul'daki Sellerin ardından kaçmıştık 'pes' edip uzaklara, yine....Gönlümüz de ruhumuzda bir parça burkuk...
Gümbür gümbür, kızgın gökyüzü ağarmaya yüz tutmuşken düşmüştük ıssız yollarına İstanbul'un...
Çöplerin yollara saçıldığı, İnsanların henüz uyanmadığı saatlerdi...
Sonra, insanları bırakın arabaları 'hooop' diye bir çırpıda yutan, yanaştığı kıyıda ağzını temizleyen ejderha gibi çelikten parçacıkları dışarıya dışarıya üfüren 'Feribot'a binip,Ege yollarına koyulduk biraz üşüyüp biraz ürpererek...
'Yolda, yolculukta her haliyle güzeldir' deyip, oraya buraya bakınaraktan/az gidip-uz gidip/ dere-tepe düz gitmekteyken, çok'a kalmadı, pamuk bulutlar, seyreldi,inceldi aralandı veee güneş ışıklarını gönderdi nazlı nazlı da olsa üstümüze...
'Deymeyin keyfimize!'...ye bir çentik daha ekledik, yol kenarlarındaki yağmur birikintilerine gire çıka,kimine baka baka gittik gittik. 'Çiftçi Ramazan'ın yerinde durduk bu sefer de.
Bıyık altından gülüp,''Hiç durmaz olurmusunuz?'' diyenlerinizi duyar gibi oluyorum.
Gerçekten de olamıyoruz artık durmadan...
İyi ki de öyle...
Böylelikle, görüp tanıyabileceğimiz en dürüst, en temiz kalpli,en çiftçilğini seven toprak adamlarından ve en yakışıklı çiftçilerinden bir ademoğlunu tanımanın ayrıcalığını yaşıyan ölümlülerden sayıyoruz kendimizi böylelikle...
Yine oradaydı,Söğütün altında beliriverdi,durduğumuz an.
Sabahın öğle'ye devrilme mahmurluğunda,su birikintilerinen nasibini almış,çakıllı gölgeliğinde hal-hatır sorma coşkusunun ardından 'Pembe Domata' ların arz-ı endam ettikleri sepetlerle yaptığımız keyifli alış-veriş,sorup sorgulayış...Görmeyin gitsin...
Haddimi bilmeyip, işin coşkusuna kaptırıp kendimi,Çiftçi Ramazan'la bir aşık atmaca hallerine girmeyeyim mi???
Ne o?...Bu yıl,koyun gübresi, derin kasa iyileştirmeleri ve iklimsel yardımla, 'dalları domatalarla dolu fidanlarım'ın bahçemi süsleyip,mutfağımıza buyurmasıydı, 'sonradan görme'liğimin anafikri
... diye silkiniyorum bunları yazarken vee, çiftçi Ramazan'ı anımsıyorum, o gününde eylül'ün serin sabahında...

BOĞUMLARIN GURURU
Altlarını çevirip çevirip gösteriyordu, koccaman,okkalı avucunun içini dolduran domatalarını sevgiyle. Gerçekten de bir çocuk gibi gözlerinin parladığını görüp sesinin coşkusunu, size abartmadan aktardığıma bir ikna debilsem...
Yıllardır bu domataları,doğanın sonsuz döngüsünde, sessiz sedasız yetiştiren,dedelerinden kalan toprağı, dedelerinin pembe domata tohumlarıyla donatan görmüş-geçirmiş/gönlü bol-gözü bol çiftçi, bizim coşkumuzla hala coşuyorsa ne denir ki daha fazla...
Altlarındaki boğumları gösterip gösterip, ''Bunlaaa böyle oluyorlaaa,kusur değil haaa,iyiliğinin, bereketinin işareti bunlaaaa'' diyordu...
Bizim de kapa kapa, sepete, karton kutuya doldurduğumuzu gördükçe bir şenleniyordu ki, görmeyin gitsin...
DOMATA-SEVER GİZEMLİ MİSAFİR...
Kendi domateslerimde, hem de toplamayıp,hasadını son sıralara bıraktığım en iri, en toprağa yakınlarını, bir sabah ansızın, bir canlı tarafından incecik derilerinin yüzüldüğünü gördüğümü ve bir anlam veremediğimi hangi canlının yapacağını tahmin edemediğimi sordum Çiftçi dosta...
Hiç telaşlanmadan ama bizi çokça eğlenceli yanıta hazırlayan yüz ifadesiyle: Kaplumbağa... dedi.
Gülümsedi,'' kaplumbağadan başkası yimez domatesi, hele pembeye bayılııılaaa keratalaaaa!''dedi...Hokka gibi yüzüne pek yakışan eğri büğrü dişlerini göstere göstere. Kaplumbağanın marifetine olduğu kadar, kendinin görmüş-geçirmişliğinin yanında bizim' çaylak' yetiştiriciliğimiz eğlendirmiş,yayvan yayvan gülümsetmişti Çiftçi Ramazan'ı...
'Kaplumbağalar ikiyüz-üçyüz yıl yaşalaaaa, bilir misiniz? Çok ot yeeleeee de ondan!!!' ... dedi. Bilgisine bir kez daha selam verdik ve aklımıza yazdık...
Pek yağmur yağdığından, ürünün geçe kaldığından söz etti ama bereketine de pek şükretti...
Tohumlarımızı sordu:''Amman, seneye ekerken toprağınıza kükürt'ü ihmal etmeyin.''' dedi.
Önerisi, bitkinin kendisine değildi kesinlikle. Çok yağmur almış, küflenme tehditi olan topraklaraydı... Önce bir avuç kadar kükürt,birkaç gün sonra fide... Öyle dedi.
Hiç ama hiç ilaç kullanmamanın bilinciyle; dört-beş domata'da kurt görünce korktum, du' bakalım,nolucak? dedim ama o kadar yedi kurt, gitti.Doyurdu kendini...Çoğucak böyle olur, bizde gereksiz yere telaşa kapılır,hemen ilaca sarılırız.' diye eleştirilerini sıraladı.
Doğaya güveniyordu Çiftçi Ramazan. İki-üç yediler mi giderdi börtü-böcek...Toprağın dengesiydi bu...
Biz de,yakınlarda okuduğumuz Fukaoka'nın Ekin Sapı Devrimi kitabındaki deneyimlerini anımsadık...Aynen çiftçi Ramazan'ın dediğini diyordu Permakültür'ün babası sayılan Japonya'lı toprak adamı.
'N'apacak, o da işini yapacak! dedi,böceğe,kurda uzun ömür dileyerekten...
Kırmızı biberlerini de aldık koyduk sandığımıza, sepetimize....Kavunlarını bir de...Tadından yenmeyen kavunlarını...
Yolumuza koyulduk..

DÖNÜŞ
Konvoy konvoy,bir çelik ip görünümündeki turistik yollardan 'Bayram Trafiği'nde geriye döndük...
İstila edilmiş benzin istasyonları, istila edilmiş yeme-içme durakları'ndan sonra, yağmalanmaya niyet edilmiş Çiftçi Ramazan'ın Yeri ve esir alınmış Çiftçi Ramazan hüzün vericiydi neredeyse kaçma duygusuna yer bırakan tanışlık heyecanından çok...
Hafiften/ gizliden, bezgin bir gölgeyle gözlerinde: ''Pazar'a bekliyooodum sizi.'' dedi
Niyeyse kaçış pazaraydı kafasında demekki,dönenmedik başında, hünnap'larımızı aldık sessiz sedasız..
Çünkü talan edercesine eğilip dorulan ve ağzını dolduran çokçaydı kasalarının başında...
Geri döndüğündeyse, ortalıktan kaybolduğunun ayırdına o an vardığımız Çiftçi Ramazan, elindeki sepeti bize uzatıp:''Sizin için toplayıveeedim.'' dedi...
Görüntüsü gözalıcı incirlerdi,elimize tutuşturduğu...Tadına baktığımızdaysa ennnn....
Domataları da almıştık,her yıl 'tarlanın son mahsulu, güz rüzgarlarının deydiği pembelerden 'veda' bab-ında...
Vedamız Çiftçi Ramazan'aydı da, iyilik ve sağlık dileklerimizle gelecekte buluşmayı özleyen...