2 Ekim 2009 Cuma

GÜZ PEMBELERİ VE ÇİFTÇİ RAMAZAN'LA SON GÖRÜŞMEMİZE DAİR...

İstanbul'daki Sellerin ardından kaçmıştık 'pes' edip uzaklara, yine....Gönlümüz de ruhumuzda bir parça burkuk...
Gümbür gümbür, kızgın gökyüzü ağarmaya yüz tutmuşken düşmüştük ıssız yollarına İstanbul'un...
Çöplerin yollara saçıldığı, İnsanların henüz uyanmadığı saatlerdi...
Sonra, insanları bırakın arabaları 'hooop' diye bir çırpıda yutan, yanaştığı kıyıda ağzını temizleyen ejderha gibi çelikten parçacıkları dışarıya dışarıya üfüren 'Feribot'a binip,Ege yollarına koyulduk biraz üşüyüp biraz ürpererek...
'Yolda, yolculukta her haliyle güzeldir' deyip, oraya buraya bakınaraktan/az gidip-uz gidip/ dere-tepe düz gitmekteyken, çok'a kalmadı, pamuk bulutlar, seyreldi,inceldi aralandı veee güneş ışıklarını gönderdi nazlı nazlı da olsa üstümüze...
'Deymeyin keyfimize!'...ye bir çentik daha ekledik, yol kenarlarındaki yağmur birikintilerine gire çıka,kimine baka baka gittik gittik. 'Çiftçi Ramazan'ın yerinde durduk bu sefer de.
Bıyık altından gülüp,''Hiç durmaz olurmusunuz?'' diyenlerinizi duyar gibi oluyorum.
Gerçekten de olamıyoruz artık durmadan...
İyi ki de öyle...
Böylelikle, görüp tanıyabileceğimiz en dürüst, en temiz kalpli,en çiftçilğini seven toprak adamlarından ve en yakışıklı çiftçilerinden bir ademoğlunu tanımanın ayrıcalığını yaşıyan ölümlülerden sayıyoruz kendimizi böylelikle...
Yine oradaydı,Söğütün altında beliriverdi,durduğumuz an.
Sabahın öğle'ye devrilme mahmurluğunda,su birikintilerinen nasibini almış,çakıllı gölgeliğinde hal-hatır sorma coşkusunun ardından 'Pembe Domata' ların arz-ı endam ettikleri sepetlerle yaptığımız keyifli alış-veriş,sorup sorgulayış...Görmeyin gitsin...
Haddimi bilmeyip, işin coşkusuna kaptırıp kendimi,Çiftçi Ramazan'la bir aşık atmaca hallerine girmeyeyim mi???
Ne o?...Bu yıl,koyun gübresi, derin kasa iyileştirmeleri ve iklimsel yardımla, 'dalları domatalarla dolu fidanlarım'ın bahçemi süsleyip,mutfağımıza buyurmasıydı, 'sonradan görme'liğimin anafikri
... diye silkiniyorum bunları yazarken vee, çiftçi Ramazan'ı anımsıyorum, o gününde eylül'ün serin sabahında...

BOĞUMLARIN GURURU
Altlarını çevirip çevirip gösteriyordu, koccaman,okkalı avucunun içini dolduran domatalarını sevgiyle. Gerçekten de bir çocuk gibi gözlerinin parladığını görüp sesinin coşkusunu, size abartmadan aktardığıma bir ikna debilsem...
Yıllardır bu domataları,doğanın sonsuz döngüsünde, sessiz sedasız yetiştiren,dedelerinden kalan toprağı, dedelerinin pembe domata tohumlarıyla donatan görmüş-geçirmiş/gönlü bol-gözü bol çiftçi, bizim coşkumuzla hala coşuyorsa ne denir ki daha fazla...
Altlarındaki boğumları gösterip gösterip, ''Bunlaaa böyle oluyorlaaa,kusur değil haaa,iyiliğinin, bereketinin işareti bunlaaaa'' diyordu...
Bizim de kapa kapa, sepete, karton kutuya doldurduğumuzu gördükçe bir şenleniyordu ki, görmeyin gitsin...
DOMATA-SEVER GİZEMLİ MİSAFİR...
Kendi domateslerimde, hem de toplamayıp,hasadını son sıralara bıraktığım en iri, en toprağa yakınlarını, bir sabah ansızın, bir canlı tarafından incecik derilerinin yüzüldüğünü gördüğümü ve bir anlam veremediğimi hangi canlının yapacağını tahmin edemediğimi sordum Çiftçi dosta...
Hiç telaşlanmadan ama bizi çokça eğlenceli yanıta hazırlayan yüz ifadesiyle: Kaplumbağa... dedi.
Gülümsedi,'' kaplumbağadan başkası yimez domatesi, hele pembeye bayılııılaaa keratalaaaa!''dedi...Hokka gibi yüzüne pek yakışan eğri büğrü dişlerini göstere göstere. Kaplumbağanın marifetine olduğu kadar, kendinin görmüş-geçirmişliğinin yanında bizim' çaylak' yetiştiriciliğimiz eğlendirmiş,yayvan yayvan gülümsetmişti Çiftçi Ramazan'ı...
'Kaplumbağalar ikiyüz-üçyüz yıl yaşalaaaa, bilir misiniz? Çok ot yeeleeee de ondan!!!' ... dedi. Bilgisine bir kez daha selam verdik ve aklımıza yazdık...
Pek yağmur yağdığından, ürünün geçe kaldığından söz etti ama bereketine de pek şükretti...
Tohumlarımızı sordu:''Amman, seneye ekerken toprağınıza kükürt'ü ihmal etmeyin.''' dedi.
Önerisi, bitkinin kendisine değildi kesinlikle. Çok yağmur almış, küflenme tehditi olan topraklaraydı... Önce bir avuç kadar kükürt,birkaç gün sonra fide... Öyle dedi.
Hiç ama hiç ilaç kullanmamanın bilinciyle; dört-beş domata'da kurt görünce korktum, du' bakalım,nolucak? dedim ama o kadar yedi kurt, gitti.Doyurdu kendini...Çoğucak böyle olur, bizde gereksiz yere telaşa kapılır,hemen ilaca sarılırız.' diye eleştirilerini sıraladı.
Doğaya güveniyordu Çiftçi Ramazan. İki-üç yediler mi giderdi börtü-böcek...Toprağın dengesiydi bu...
Biz de,yakınlarda okuduğumuz Fukaoka'nın Ekin Sapı Devrimi kitabındaki deneyimlerini anımsadık...Aynen çiftçi Ramazan'ın dediğini diyordu Permakültür'ün babası sayılan Japonya'lı toprak adamı.
'N'apacak, o da işini yapacak! dedi,böceğe,kurda uzun ömür dileyerekten...
Kırmızı biberlerini de aldık koyduk sandığımıza, sepetimize....Kavunlarını bir de...Tadından yenmeyen kavunlarını...
Yolumuza koyulduk..

DÖNÜŞ
Konvoy konvoy,bir çelik ip görünümündeki turistik yollardan 'Bayram Trafiği'nde geriye döndük...
İstila edilmiş benzin istasyonları, istila edilmiş yeme-içme durakları'ndan sonra, yağmalanmaya niyet edilmiş Çiftçi Ramazan'ın Yeri ve esir alınmış Çiftçi Ramazan hüzün vericiydi neredeyse kaçma duygusuna yer bırakan tanışlık heyecanından çok...
Hafiften/ gizliden, bezgin bir gölgeyle gözlerinde: ''Pazar'a bekliyooodum sizi.'' dedi
Niyeyse kaçış pazaraydı kafasında demekki,dönenmedik başında, hünnap'larımızı aldık sessiz sedasız..
Çünkü talan edercesine eğilip dorulan ve ağzını dolduran çokçaydı kasalarının başında...
Geri döndüğündeyse, ortalıktan kaybolduğunun ayırdına o an vardığımız Çiftçi Ramazan, elindeki sepeti bize uzatıp:''Sizin için toplayıveeedim.'' dedi...
Görüntüsü gözalıcı incirlerdi,elimize tutuşturduğu...Tadına baktığımızdaysa ennnn....
Domataları da almıştık,her yıl 'tarlanın son mahsulu, güz rüzgarlarının deydiği pembelerden 'veda' bab-ında...
Vedamız Çiftçi Ramazan'aydı da, iyilik ve sağlık dileklerimizle gelecekte buluşmayı özleyen...

30 Temmuz 2009 Perşembe

6 Temmuz 2009 Pazartesi

ÇİFTÇİ RAMAZAN'IN İKİRCİĞİ...DOMATA FİDELERİNİN YAPRAKLARINDAKİ LEKELER VE GECE GEÇEN VIZIR-VIZIR UÇAKLAR...

Yine yolculuk, yine Pembe Domates bulma umudu ve bu tutkuyla gide-gele dostluk kurduğumuz,ahbap olduğumuz Akhisarlı çiftçi Ramazan'a uğrama planımız...
Gidişimizden farklılıklarla,dönüşümüz...
Bir kere hava alabildiğine ısınmış yollarda da...Yeşilin koyusu azalmış, tarlalar boz'a niyetlenmiş,şırıl şırıl akan sular,ya incelmiş,ipliğe dönmüş, ya yerini kuma, mile bırakmış...
Böcekler cayırdamış...
Hatta hatta iyi bir şey de olmuş, gidişte içimi yakıp burkan,'Allah,Allah nasıl olur?' diye isyandan hezeyana sürükleyen, güzelim çamları, içini çekip yanmıştan beter edip ayakta öldüren kese(!)ler dallarda kurumuş.(kuruyasıcalar!) Hasta çamcıklar yeniden filizi filizi yeşermeğe döndürmüşler yeniden kendilerini...
İzmir ve hele Ula yakınlarındaki evlek evlek çam korularının sunturlu belası nasıl çileden çıkarmıştı beni, giderken anlatamam...
Neyse; az gittik, uz gittik,toprak çanak- çömlekçilerin adımbaşı çoğaldıkları, kavun sergilerinin sarı sarı yol kenarlarını süsleyip bezediği Akhisar'a vardık, İlyaslar köyünü geçtik ki; Çiftçi Ramazan'ın ulu dut'u belirdi bu sefer yolumuzun karşısında...
Geçtik, kollaya kollaya, yolların fatihi kamyonları...Mıcırda gıcırdatarak tekerlekleri,indik ki; Çiftçi Ramazan, altlarını masa-sandalyeyle bezediği gölgeli, gölgeli dutların arasından çıktı geldi, karşıladı bizi...
Kendisine de hanımına da pek benzeyen mavi gözlü, serpilmiş yakışıklı delikanlı oğullarıyla, kız torunlarıyla yol geçenleri ağırlayıp soluklandırmak için hazırladığı kır bahçesine buyur etti kırk yıllık dost haliyle....
Kızgın yolların yolcuları olarak gölgeyi bulmak gibi dostça karşılanmak ta güzeldi ama tıpkı sarı kavunlarla toprak güveç kap kacak gibi yıllardır git-gel alışık olduğumuz,kasa kasa dizilmiş sergide pembe domatesleri, gidişimizde olduğu gibi, bu kez de görememek burktu içimizi...''Aaaa, yine yok pembe domates'' dedik ikimiz de...
Belki de tarladadır, önden gidenler almıştır da bize kalmamıştır'' diye kovaladık düşüncemizi...
Öyle ya...olmadık şey miydi, hem de daha Çiftçi Ramazan bizi, biz o'nu tanımaz- bilmezken, ''Olma mı??? var var'' deyip, bir koşu çizmeleri bile giyip te, tarlaya girip kovalarla toplayıp getirdikleri...sonraları bizim de giyip çizmeleri, yaptığımız...
''Yokmuş!!!' ....Hadi bakalım...
'Çiçekteler taaa (daha)'' dedi güleç,sabırlı yüzüyle, sağlam güvence vererekten. Gidişteki gibi yineledi:''Bu sene çok yağışlı oldu ya, geç diktik fideleri toprağa ya, anca çiçekteler şimdi.''
Bir hoca,bir bilir kişi haliyle devam etti:
''Sizinkiler daha serinde ya, çiçek miçek yoktur sende,değil mi?'' dedi...Ben de, bana gelen haberleri söyledim, hatta telefonuma gönderilen fiizlerimin fotoğraflarını gösterip, bizimkiler de çiçekte..' dedim...
'Hadi,oturun' dedi, buyur etti bizi, torunlarının olduğu tarafa...Geçtik oturduk, dut altı gölgesi bile buhur buhur sıcaktı düpedüz...Sularını,Ramazan beyin kopyaları delikanlı oğulların getirdiği çayı içtik,ordan- burdan konuştuk.Güzel kız torunlarla, Çiftçi Ramazan beyin hanımıyla aileye dair sohbet...derken Çift Ramazan:
''Domata yapraklarında hastalık var bu yıl'' dedi,yüzünü gölgelendirdi ansızın bu söylediği... Fena halde ilgilendirdiğini görünce bizi, daha bildik,gördük, geçirdik edayla başladı anlatmağa:
Yapraklarda kara kara leke çok...Herkeslerin bahçesinde hem de.Sadece bende, onda değil,herkeste...Yalnız ağaç altına gelenlerde yok, biliyor musun?...
Anlatmasını sürdürdü:
Gece yatıyom, uyku tutmuyo bazen.Dikiyom gözümü yıldızlara,uykum gelene...Bakarkene,vızır vızır geçen uçaklara takılıyom...Gündüz neden geçmezler bu uçaklar da, gece bu kadar vızır vızır geçerler bizim buralardan,diyom...
Yüzünü yarı muzip, yarı bilmiş, yarı aydın,karmaşık bir gülümseme yoklayıp kalıyor,sürdürüyor anlatmasını:
Yoğusam,bu elalemin uçağı, ilaç mı salıveyoo topraklarımıza?... Baş ve işaret parmağını birleştirip uzatıyor ileri doğru, dikkatimizi çekiyor bedeniyle:
Bak! ağaç altındakilede bişşeycikler yok, ama tarlalarda çok...
Bunlar bişşeyler sıkıyooolar, ilaç de,zehir de...ne dersen de...
....................
Yorumsuz dinliyoruz geniiiş toprakların,meşekkatli çifçisini,can kulağımızla hem de...
Yineliyor, bizden ses gelmeyince:
Gündüz geçmeyyolar da gece vızır vızır geçeyyolar bu musibetler..
Bu, tertemiz toprak adamı çiftçi Ramazan'ın hezeyan yorumu..
Bizden aktarması...
Haaa, birşey daha geliyor aklımıza, ayrılırken.
Gidişte uğradığımızda, kendisine,ayaküstü,yeni çıkacak olan Tohum Yasası'ndan sözedip,yabancı tarım şirketlerinin kar ve çıkar oyunlarından dem vurmuştuk,hep konuştuklarımızdan....
O da,bize o topraklarda dedelerinin deneyimlerinden sözetmişti görmüş-geçirmiş çiftçi olarak...
Yoksa o tortusuz,temiz aklını ,vızır-vızır gece uçaklarına biz balkoncular, çelmiş olmayalım???

19 Haziran 2009 Cuma

LİMON SARISI MİNDERLER VE BİR TÜKETME MASALI

Gündoğarkeni de günbatarkeni de apayrı,anlatılmasına dilin yetmediği doyumsuz seyranlı, tahta dayaklarla yükseltilmiş terasın üç bir yanını çepeçevre döneleyen sekiye,oramız-buramız tutulmadan,şöyle ağız tadıyla rahat oturalım, ayağımızı, bacağımızı uzatalım, diye sonunda döşemeci Ali Ceylan usta'ya limon sarı minderleri vura-tuta diktirdik...
Bir şenlik, bir sevinç, sıcağın öfürdettiği akşamüstünde, kan-tere bata bata getirdik, yerleştirdik minderleri hevesle...Şööööyle, karşısına geçip geçip seyreyledik gururla, gönenle..Oturmaya kıyamadık hemencecik... Buyur eden su sineklerini toz bezleriyle kovaladık...Öyle geçtik, böyle geldik,baktık durduk.
Pek güzel olmuştu, pek yaraşmıştı yeşilliğe, maviliğe, limon sarısı minderlerimiz...Amma dört bir yanı sarıverince, epey bir minder nufusu etmişti...
Sevincin, yeniliğin bayram coşkusu geçince farkettim de, ses etmedim.
Sabah denizde gözümü açınca, ''offf '' dedim, lzgara tahtalı sedirimiz için, ne sinek kovalama, ne gecenin damlaya damlaya göller yapan nemine çare düşünme, ne gece çişini tutamayan kedilerin derdindeydim.Ne de, içine hoop diye çekecek onca tozun-toprağın...
Oysa, yere buza sığmayan limon sarısı,kenarı biyeli, nazlı-nayemli ,altı santimlik süngerden mamul minderler öyle mi???
O zaman ,akşam kaparken ışıkları ve kapıları ,haydaaa, gelsin koruma naylonları, gitsin örtüler, yok, 'yan çevireyim de, dik tutayım da kediler gelmesin,çiş etmesin ' gamı, dertlenmeleri...
Hele hele pat, pat vurup ta tozunu atamayacağıma göre de,haydiii emişi okkalı bir elektrik süpürgesi tedariki, bunca yıl zerre kadar 'ah olsa' demediğimiz...
İçeride dönenecek yer kendimize kadarken, bir de manasız bir çokluk elektrik süpürgesi yer tutucak ta hem de ne...
İki mehtap, üç yıldız, beş deniz manzarası sefası bu kadar tüketime reva mı??? derken su yutmama ramak kaldı, gölgelenen zihnimle...
Hani biz buraya arınmaya, ihtyaçsızlığa, kendini 'tam' tutan mucizevi doğanın içine harmanlamağa gelmiştik, n'oldu???? Nereden çıktı limon sarısı minderler...hem de altısı bir arada????
Yaaa işte, bir tüketim kaç tüketimi ardı sıra sürükledi getirdi attı üzerimize...
Tortusunu da zihnimize...
Hiiiç... 'Yazayım.' dedim, bari biraz aralanır tüketimin sıkışıklığı göğsümde... Bu saatten sonra kendime anlatamayacağıma göre...

30 Nisan 2009 Perşembe


ÇİFTÇİ RAMAZAN'LA 'DOMATA' YARENLĞİMİZ...

PEMBE DOMATES ÜRETİCİSİ AKHİSARLI ÇİFTÇİ RAMAZAN'LA AYAKÜSTÜ SOHBET...

Yine baharın kışkırtmasıyla dayanamayıp, işi gücü,sorunları İstanbul'da bırakıp Datça'ya gitmek üzere yollara düştük birkaç günlüğüne de olsa...
Daha Bandırma Feribotundan inipte, yola koyulur koyulmaz, doğanın cümbüşü bizi sarıverdi.
Gamımız,kasavetimiz silikleşip soluklaştı, yerini gözlerimizi dolduran yeşilin, çiçeğin,böceğin coşkusu aldı.
Bu yıl geç gelen kışın ılık geçmesi ve sürekli yağışların olması,yıllardır kuraklıktan içi daralan toprakları,neredeyse İsviçre'nin göller bölgesini andırır hale sokmuştu...
Dağların tepelerin, sarı sarı açan çiçeklerin ve tabii ki yeşilin yansımasıyla takvim fotoğraflarını aratmayan 'buğulu' manzaralar, öylesine düşsel, öylesine masasılsıydı ki, keyfimizi sormayın gitsin.
Balıkesir'i geçip Akhisar'a yaklaştığımızda, yıllar yılı uğramadan geçmediğimiz ve sayesinde en lezzetli Pembe Domatesleri tanıyıp yediğimiz Çiftçi Ramazan'ın tezgahının açık, çardağının gerili olmasını diledik durduk.
Neyse dileğimiz tuttu, oğullarıyla birlikte çiftçi Ramazan bey, bu yıl maviye boyadığı tahta masa ve sandalyesini, cayır cayır ağustos sıcağında bile hep esen gölgeliğe kurmuş oturuyor, dostuyla yarenlik ediyordu ki, mıcırında durdurduğumuz arabamızı görünce, kırk yılık dost karşılamasıyla kalktı ayağa...
Mevsimi çoktan açmış yüzünün güneş çalığı rengiyle, kıvrılmış mintan kollarıyla çoktan tarlasını, toprağını hazırladığını belli eder tavırlarıyla kışı anlattı bir çırpıda...
Bu kış, ummadıkları kadar yağışlı,yağmurlu amma ılık geçivermişti de daha dün bile yağan yağmura şaşıp kalmışlardı.
Yıllardır kavrum kavrum kavrulan kurak toprakları bu yıl bayram ediyormuş ama yağış, ıslak derken, fideleri daha yeni dikmeğe davranmışlar anlattığına göre...
Geçen yıl, hiç dikmeyip dinlendirdiği topraklarında bu yıl yine 'dedelerinden' kalan pembe domata'ları yetiştirmeğe kararlıymış.
Hatta pembeler gibi dededen kalan ve fakat kendisinin dışında neslini tükettikleri küçük kiraz evladiyelikleri için de kararlıydı ve onun için de ağırbaşlılığından beklenmeyecek çocuk heyecanındaydı Ramazan bey...
Domata hikayelerini kulaklarımızı çok açıp, birkaç yıldır sözünü ettiğim bizim 'Pembe Domates Ağı'ndan (PDA) sözedince, kendini bizlerin koruyucu ve başöğretmeni yerine koyup, çok yakışan bilge kişi ifadeleriyle, bilgilerini, deneyimini anlattı da anlattı..
Biz de dinlerken, bir koca yılın pasından küfünden arındırdık içimizi, su içer gibi dinledik tatlı şiveli toprak adamını...
'Hiç mahsul yüzü görmemiş Dağ Toprağı'nın mucizelerinden başladı.
Beli kıvrılan fideciklerin bakır tozu almalarıyla önerilerine devam etti.
Bu yıl bizler onun gibi bahçede değilde kasalarda domata yetiştirsek te, 10-12 günde bir sulamayla yetinmemiz gerektiğini ancak, kasalarımızın ya da diki yerlerimizdeki toprağın derinliğinin verimimizi çok etkileyeceğini söyledi.
Son olarak ta, ' Biz dedelerimizden öyle gördüğümüz için söylüyom, toprağa kükürt karıştırmak kök çürümelerine iyi gelir' diyerek ,çekingen ifadeyle 'karışım' önerisinde bulundu.
'Kimyasal mı dersin şimdi sen buna, bilmiyom ama biz dedelerimizden böyle gördük, niye olsun ki?' diye çekincesini evirdi çevirdi durdu beyninde de dilinde de.
Bu yılki heyecanı ve coşkusu, hiç üşenmeden dağ-tepe çıkıp toplatıp getirdiği 'dağ toprağı'ydı Çiftçi Ramazan'ın.
Onun yıllardır sessiz sedasız, onca meşakkatle ve değerinin ne olduğunu kendisinin dışındakilerin pek bilemediği Pembe Domata'larının, binlerce insan tarafından yeniden 'değerli' bulunması hafiften de olsa 'gururlandırdığı'nı belli edercesine,yetiştirdiklerini ballandıra ballandıra anlattı, Tepeden elma,ayva,ceviz,armut ağaçlarını zetinliklerini gösterdi yemyeşil, uçsuz bucaksız topraklarındaki...
Kuraklık yüzünden Domates yerine yetiştirme denemesine girişip te çok gelişkin Diyarbakır karpuzlarını, birkaç mahsul kaldırdığı kavunlarını anlattı.Yapacaklarınıysa bir çocuk neşesiyle sıraladı...
O bize biz o'na iyi ürün diledik.
Zeytinlerinden aldık, zeytinyağlarından da...
En önemlisi ise, yeniden sağlıkla görüşebilmekti.

6 Nisan 2009 Pazartesi

2009 PEMBELERİNDE İLK BASAMAKLAR...

Saksıda Pembe domates deneyimimin ÜÇÜNCÜ YILI, inanamıyorum.
Yıllar önce bir sinema filminden yola çıkarak hayalini kurup, Küba'daki 'BalkonTarımı Devrimi'ile iyice heveslendiğim 'SAKSI TARIMI'nda duyduğum keyfi,hoyrat ticari yetiştiriciliğe,önü alınmaz hormonlu üretime başkaldırıyı ve bu nedenle de, Sevgili Avniye Tansuğ'un deyimiyle Pembe Domates Ağı'nın 2 bine yakın üyesiyle koskoca bir' akraba' zenginliğine sahip olma mutluluğuyla birleştiriyorum.
'Geçmişteki iki yılın ürünlerinden haber ver' derseniz, işte orada biraz duraksar çoğu Pembe Domatesçinin gerisine düştüğümü kabul etme 'tevazu'unu da göstermeden geçemem.
İlk yıl,Şadan arkadaşımdan aldığım tohumlardan yaşadığımız vahşi kuraklığa karşın az da olsa pembe domateslerimin tohumlarını geçen yıl Akhisar pembeleriyle ve Şile tohumlarıyla çok zenginleştirip bol miktarda fide dağıtmış olsam da,önceki yıldan daha az,sağlıklı pembe elde edişim burukluk yaşatmadı değil.
DÖKÜLEN ÇİÇEKLER,ALTLARI KARARAN MEYVELER...
Yemyeşil, sağlık fişkıran fideler ne oldu da çiçek aşamasında döküm döküm döküldüler,meyveye ulaşanlar da hastalanıp alttan karararak başka türlü bir hüzne yolaçtılar.
Geçen yılın tek avuntusu, komşularıma verdiğim fidelerden Sinan beyin ürünlerinden torba dolusu pembeleri görmek oldu ve tabii yemek afiyetle...
...VE ÜÇÜNCÜ DENEYİM...
Az sayıda da olsa,kendi pembelerimden ve komşununkilerden tohum alıp kuruttum. Bu kez, daha az sayıda ama daha emin olarak saksıda pembe domates yetiştirme deneyiminin üçüncüsü için kolları sıvadım.
Bahçe işlerinde 'maharetli' Bekir'in görüşünü ve önerisini daha öne çıkararak bu yılki tohum çimlendirme işine 11 mart'ta başladık.
Bekir dedi ki; Geçen yıl tohumları fazla korunaklı ortamda, evin içinde,büyüyecekleri doğal ortamdan uzak, fazla özen göstererek çimlendirdiniz, sesimi pek çıkarmadım.
Bu kez, tohumları dışarda ama soğuk,kırağı,rüzgardan koruyarak çimlendirelim.
Biz de tohumları genişçe bir saksının içinde ince bir toprak tabakasının altına yatırıp bahçenin kuytu bir köşesinde yerleştirdik.
Gündüz bol sulayıp güneşin altında tuttuk, akşam olunca üzerini naylonla örttük.Bu süreçte İstanbul'da hava iyice soğuyup,gece don noktasına bile ulaştı ama biz korunaklu köşeye ve naylon örtüye güvendik.
Çok uzun bir süre hiç bir kıpırdanma olmayınca, bu yıl baştan çuvalladığımızı düşünüp guruba yazmadım değil.
Tam bu aşamada,29 mart günü tohumlar kaygımı duymuş gibi güneşin cilvesine dayanamayıp filizleriyle yeryüzüne 'merhaba' dediler. Doğanın muhteşemliğine bir kez daha hayran kaldım.
ADETA FIŞKIRDILAR...
1-2...derken birkaç gün içinde fışkırıcasına çoğaldı narin fideciklerin çimleri.
Sevgili Nalan hanımdan bu yılki Armada buluşmasında aldığım KONYAR ÇİFTLİĞİ'nin tohumlarının fideleri benimkilerden daha güçlü gövdeli, daha iri çift yapraklı...Bu ayırımı görmek bile ilginç deneyim benim için.
Tohumların çimlenme sürecinin ev içindekinden daha uzun olması bahçıvan Bekir'e göre hiç önemli değil, aksine fidelerin güç kazanması ve domateslerin dış koşullara dayanıklı olması için gerekli bile...
TOPRAK VE SAKSI KOŞULLARI....
Toprağımız iyi yanmış koyun gübresi ile desteklenmiş orman toprağı... Kanlıca'da,deniz kenarındaki, saksı ve bitki satan işletmeden aldım güvenerek.
Fışkıran çimleri, fide aşamasında küçük kaplara bölüştürüp güçlendirecek sonrada İKEA'dan alacağım derin saklama kaplarına dikeceğim.
Geçen yılki,Bauhaus'tan aldığım,dikdörtken uzun saksıların derinliğinin az olduğunu düşünerek bu yıl derinliğe özellikle dikkat edeceğim.

8 Mart 2009 Pazar

PEMBE DOMATES AĞI DOSTLARININ ÜÇÜNCÜ İSTANBUL BULUŞMASININ ARDINDAN...

3’ÜNCÜ PEMBE DOMATES BULUŞMASININ ARDINDAN…

İnsan hayatında bir gün bile uzun bir süredir…
Bir yıl ise, akıl almaz bir uzun süre, böyle bakınca…
Zarif-Naif kendi halinde Pembe Domateslerin peşinde 3 yılsa, inanılmaz bir zaman toplamı…
O zaman,insanın içi coşup coşup ta ‘nice pembe domatesli yıllara…’ dileğini dillendirmek fazla mı heyecan ve acelecilik gösterisi bilemem ama, bana öyle geliyor ki; Saatli Maarif Takvimi çok yıllar sonra Pembe domates’leri tarih tutulması olarak yazarsa hiç şaşmamak gerek.

1 mart 2009, Pazar günü yine, Pembe domates’e gönül verenler sabahın erken saatlerinde yollara düzülüp Armada Otel’de bir araya geldik. Kimimiz, eşimize dostumuza pembe domates toplantısına gidiyor olduğumuzu söylediğimizde şaşkınlıkla karşılandık, kimimiz, ‘Allahın domatesinin toplantısı da mı olurmuş?’,tepkisine sessiz kaldık, çoğumuz da ‘biz de tohum isteriz, biz de…biz de…’ ricacılarına elimiz dolu dönme umudu verip PDA web yoluyla üye olmalarını önerdik.…
Pembe Domates tutkusunu, bizlere izlenmesi gereken bir yol,bir ‘akrabalık ilişkisi’ olarak bulaştıran Sevgili Avniye ve Mehmet Tansuğ’ların başlattığı,nesli tükenmekte olan pembe domates türünü geleneksel yöntemlerle ev balkonlarında, bahçelerinde, saksılarda yetiştirerek korumak ,çoğaltmak bir yemin,bir söz oldu çıktı aramızda.Değerli PDA üyesi, sevgili DEFne Koryürek’in öngörüsü ve önerisiyle ‘manifesto’ ya bürünen Pembe Domatesin korunması ve kollanması bizi birleştiren tek yaptırım oldu çıktı.
Güzelim Armada otelin Boğaziçi salonunda gerçekleşen bu yılki buluşmanın, her iki yıla oranla katılımcısı bir hayli çoğalmıştı.Bu da Ağın geleceği açısından çok umut verici bir görüntüydü.
Gençler, genç kalanlar,çocuklar,hatta bebekler…derken gepgeniş bir ailenin toplaşmasıyla, herkes nasıl güzel pembeler yetiştirdiklerini anlattılar ballandıra ballandıra…
Benim gibi tohumdan fideye bolluk ,çokluk ve refah içinde geçmiş, hatta fide dağıtmış olup ta ürün aşamasında hüsranla karşılaşmışlarsa gıptayla dinlediler bu başarı öykülerini.

Bahçesinde, balkonunda, saksısında ne koşulda olursa olsun,Pembe Domates Ağı’na katılıp üye olan biz yetiştiriciler , hem yok olan bir lezzeti yeniden yaşatıyor, hem de hoyrat,alıp başını gitmiş, dur diyeni dinlemeyen yoz ve ticari üretici yanlışlarına tepki göstermiş,karşı çıkmış oluyorduk.

İnsan yaşamını,doğayı yok etmekle eş değer olan, korkunç tarım teknolojilerinin hoyratça boy göstermelerine karşı,cesurca karşı koymak anlamına gelen PDA girişimi, toplantıya katılan her üyenin ortak düşü, ortak yaklaşımı olması ise, en gurur veren yanı ve eylem birliğinin adıydı, işin.

Narin özelliği nedeniyle kilolarca ürün alma doyumsuzluğu yerine, iri, dolgun,ama doğanın uygun görüp verdiği kadar pembe domatesi dalından koparıp yiyen, pişen yemeğe katmaya kıyamayıp ta salatasında, kahvaltısında tüketen Pembe Domatesçiler, yapay tarımı Anadolu çiftçisine dayatan firmaları eleştirdiler.

ALKIŞLAR VE DOSTLUKLAR…
Raflarda uzun zaman kalma yeteneğiyle insan ömrünü azaltan hormonlu domatesler yerine,kökeni, yetiştirilme koşulları bilinen domatesleri yemekten, bu bakış açısıyla kurulmuş Pembe Domates ‘ağı’na düşmenin hayrına vurgu yapan üyelerin görüşleri ise en çok alkış alanlar arasındaydı.

İki küçük kızlarıyla toplantıya katılan Karavana ailesi toplantıya ayrı bir heyecan kattı.
Pembe Domates dostluğuyla birbirlerini yıllar sonra yeniden bulan çalışma arkadaşları gibi, çiçeği burnunda pek çok dostlukların temeli atıldı.

TOHUM YASASINA MUHALEFET KARARI
Geleneksel ürün ve üretimi tehdit eden, yerine genetiğiyle oynanmış tohumu ve hoyrat tarımı öngören teknolojıleri getiren tarım kuruluşlarının önünü açan tohum yasası ve uygulamalarını gösteren yönetmeliğe bir sivil oluşum olarak PDA’nın yaklaşımı konuşuldu.
Bu konuda PDA olarak kamuoyu oluşturma ve uyarma görevinin nasıl yürütüleceğine ilişkin bir çalışma grubu oluşturuldu.

Pembe Domates gönüllülerinin, doğa sevgisi, koruma istekliliği, temeli ticari olmak, doğayı tahrip eden, insan sağlığını tehdit eden iki yüzlü yaklaşımlara geçit vermeyen ortak bilinç eğilimleri ise, yetiştirdikleri domatesler kadar umut vericiydi.

Nice büyük PDA buluşmalarına…

Sevgili Avniye ve Mehmet Tansuğ’a sonsuz teşekkürlerimizle.

PEMBE DOMATES AĞI'NIN 1 MART 2009 PAZAR GÜNÜ YAPILAN 3'ÜNCÜ TOPLANTISINDA SUNDUĞUM KONUŞMA




SEVGİLİ PEMBE DOMATES DOSTLARI…

Ne kadar güzel bir başlık altında toplanıyoruz.Bir sürü hayhuyun arasından sıyrılıp, pespembe ve doğaya ait ,bizi görüntüsüyle olduğu kadar midevi olmasıyla da mutlu eden domatesin birleştiriciliğiyle burada olmak çok güzel bir şey.
Aslına bakacak olursanız pembe domates dostluğunun özü bu… Bundan daha fazla söz biraz işin gevezeliği olmuyor mu?.. Şimdi ben bunu yapacağım galiba.

Dün sabah, sizlerle burada buluşacağım düşüncesiyle gözlerimi açtım ve bunu düşünerek kapıdan gazeteleri aldım. Şöyle bir başlıkları, manşetleri, fotoğrafları taradım…Hollanda’da parçalanan uçağın, hayatını kaybedenlerin görüntülerine yüzümü buruşturturdum.
Birbiriyle bitmeyen didişme haberlerine, ‘göz atsam mı?’diye kararsızlık geçirdim, elimdeki tomarla camın kenarına kadar geldim, kapıyı açıp havayı soludum, günlerdir esen,havayı dipdiri yapan kuzey rüzgarı gitmiş, isi dumanı yoğunlaştıran güney rüzgarı gelmiş. Tam,aceleyle kapatıyordum ki, gözüm kırmızı erik ağacına ilişti. Önce kar birikintileri, sonrada dalların salgıları sandığım beyazımsı pembeliklerin baharın, yenileşmenin, ‘daha ben buradayım, gitmiyorum bir yerlere’ diyen doğanın müjdecisi olan çiçekleri gördüm…İçim bir coştu, bir doldu, anlatamam…
Bu heyecan, bu coşku günlerimi donatacak diye geçirdim içimden ve hemen aklıma sizler geldiniz yeniden…
İşte dedim, bu duygu bizi ortak yapan…Erik ağacının şölenini, müjdeciğini, iyiliği bize getirmesini ve yaşatmasının yerine pembe domates yetiştirme ve onları bizim gibi coşku duyacak olanlara yayma heyecanını koyalım.Tamı tamına örtüşmüyor mu?...
Ama galiba biraz farklılık var, hakça söylemek gerekirse, kargalarla yarışa girip kapmaca oynadığımız kırmızı erikler feci ekşi…Neredeyse bütün duyu organlarımızı buruşturmadan yememiz olası değil.
Oysa Pembe Domatesler öyle mi?...
Domates tutkunlarının (beni saymayın, belli bir yaşa gelene kadar domates yerken ağlamaklı olurdum) neredeyse karşısında saygı duruşunda bulundukları bu türün lezzeti tartışmasız çok üstün.
İflah olmaz domates tutkunu eşim, daha PDA oluşmadan önce, Türkiye düzleminde, nerede ortalığa çıkıyorsa kokusunu alıp oranın müdavimi olan tüketicilerindendi…Hala da öyledir.
Çanakkale’ler mi, Akhisar’lar mı, Datça Aktur pazarına gelen Çine Pembeleri mi?...hemen hepsinin peşine düşmeyi asla ihmal etmez, bu tutumuyla da beni şaşırtmayı başarırdı.
Tabii ben de bu süreçte pembeleri hem ayırt etmeyi, hem de hakkını vermeyi pek öğrendim.
Bu arada edindiğimiz pembe domateslerin tamamen kendi tohumlarının, herhangi bir gen çalışması ve teknolojisiyle bozulmadan, doğal gübreyle desteklenmiş topraklarda, el emeği- göz nuru yetiştirildiğini öğrenmek, doğa ve çevre ilkelerimle çok uyuştuğunu da belirtmeliyim.
Bu aşamada, çok değerli ve çok sevgili Avniye ve Mehmet Tansuğ’un çabalarıyla oluşan Pembe Domates Ağı’nı, gazetenin Pazar ekinden öğrenir öğrenmez, bir halkası olmak için kolları sıvadım.
Sanırım, artık yılları bulan birlikteliğin diğer halkaları olan sizlerin benzer öyküleri vardır.
Tabii, burada bu değerli ve eşi bulunmaz lezzetteki domatesin yetiştiricisi olmaya soyunmak ve bunu kentin göbeğinde, o hercümercin içinde becermeye niyetlenmek işin belki de en heyecan veren yanı.
Düşünebiliyor musunuz, sevdiğiniz bir sebzeyi, pencere pervazınızda, balkonunuzda, terasınızda ya da bahçenizdeki küçük bir toprak parçasında yetiştiriyorsunuz. Dalından koparıp yiyorsunuz…
Müthiş bir şey. Ben bunu bir eser yaratmakla eşdeğer düşünüyorum.
Tohumları alıyoruz,çimlendiriyoruz,fideleri toprağa dikiyoruz, sonrada asıl meyva verecek saksılara geçiriyoruz.
Neredeyse başlarında bekliyoruz,ilk yapraklar, sarı sarı ilk çiçekler…aman toprak yeteri kadar derin mi,besleyici mi, kimyasal bulaşmış mı, eyvah güneş çok mu dik geliyor, ışık yeterli mi, sulama…. Derken bir sürü, bir sürü kaygı, kuşku, iç kabarması…bir meşakkatlı, süreç başlıyor ki bunu hepimiz yaşadık biliyoruz.
Meyvalar belirmeğe başladıktan sonraki heyecana burada değinirken bile içim izin vermeyecek biliyorum onun için kısa geçeceğim.

Bizleri burada bir kez daha bir araya getiren ve kendi varlığı ile gün geçtikçe uzayan Pembe Domates Ağının zinciri, ben biliyorum ki; öncelikle, bu coğrafyanın has ürünü olup ta, bu topraklardan yok olmaya yüz tutmuş türün yeniden çoğalmasını, yayılmasını isteyenlerden ve bizzat evinde, balkonunda, bahçesinde gözü gibi bakarak yetiştiren gönüllülerden oluşmaktadır.
Evlerimizde, balkonlarımızda yetiştirmemiz demek, gözümüzden bile sakınmamız,bütün kötülüklerden korumak için kolları sıvamamız demek değil midir, bir anlamda.
Zaten Pembe Domates Ağı’na üye olmak için bir sürü bir sürü maddeyi okuyup kabul edip söz vermedik mi?.

Hepimiz biliyoruz, doğayı tahrip ede ede, örseleye, ite kaka, güzelim tarım alanlarını,su kaynaklarını ve havzalarını, kısa görüşlü, küçük hesapçı, rant peşinde çılgınca koşan, köşe dönmeci yap-satçılara nasıl peşkeş çeke çeke tüketip küstürdüğümüzü..
Yeşilden, çiçekten böcekten arındırılmış ucube şehirlerde yapay yaşamlarla kendimizi kolu kanadı kırık, kendi doğallığımızdan yoksun mahkumlar yapmadık mı?
Böylelikle de tüm kainatın sonunu hızlandırdık ama şimdi durduramıyor,zamanı geriye saramıyoruz bir türlü…
Hele hele son yıllardaki gözle görülür değişimlerle, kuraklaşma ve susuzlukla geriye dönülmez bir yokoluşun eşiğinde olduğumuzu…
Biz, Anadolu gibi verimli toprakların insanları olarak pembe domates benzeri daha kaç değerli sayısız ürünü telef etmiş bir toplulukuz.
Tarım alanlarının yok edilmesinin yanı sıra, tarım ürünlerinin sözde verimini artırmak ve böylece daha fazla kar elde etmek için kısaca ‘hormon’olarak bilinen kimyasallar yapay ortam seralarda, acımasızca, şırıngalarla çiçeklere uygulanmasına ben gözlerimle tanık oldum.
Artan sağlık sorunları, çığ gibi büyüyen kanser vakalarını hangimiz yok sayabiliriz.
Hepimizin çok değerli bilgileri ve benzeri anıları vardır kuşkusuz.
İşte bu olumsuz anılar, birikimler gün geliyor ,içimizdeki sessiz isyandan, fark ettiğimiz pişmanlıktan beslenerek bir ortak eyleme,ortak yapıcılığa dönüşüyor.
Tıpkı sevgili Tansuğ’ların başlatıp öncülük ettikleri gibi bir kıvılcım upuzun, yararlı bir bağlılığa, bir gönül birlikteliğine, bir ürün yetiştirme gibi bir amaç birlikteliğine dönüşüveriyor.
Küresel Isınma ,kuraklaşma, açlık derken, sorunlarımıza yeni eklemlenen Küresel Mali Krizle birlikte, çıkış yolu arama uğraşları bize gösteriyor ki, balkon tarımı ve bizim de benzerini yürüttüğümüz tohum paylaşımıyla küçük ölçekli yetiştiricilik yapma heyecanımız çok doğru ve çok stratejik.
Bana öyle geliyor ki, yaşam sürecimiz ve buradaki rollerimiz ne olursa olsun temel yaşam kaynaklarımız ve onları sağlama yetimiz yine bizim ellerimizde…
Ve yaşadığımız yerin pencere içi, aydınlık bir köşesi, balkonu kadar yakınımızda ve çok basit çabayla ulaşılabilecek pratiklikte…

Tabii burada, tam da yeri gelmişken, Küba’daki ‘balkon tarımı’, ‘balkon yetiştiriciliği’ devriminden de sözetmeden geçmek istemiyorum..
Aslında örnek vermek ve hatırlatmak yeterli sanırım. Sizlerin deçok iyi bildiğiniz gibi,.
Küba’ya ABD ekonomik yaptırım uygulamaya başlayınca, kıt kaynakları yüzünden krize giren ülkede kısa sürede gıda stokları tükenmiş, ciddi bir açlık baş göstermişti.
Tam o sırada, Havana’da bir ilkokul öğretmeni olan Maria Felix Bonome, herkesi balkonda yetiştiricilik yapmağa çağırdı.
Önce baklagilleri çimlendirerek fideler elde ettiler, sonra tohum paylaşımı başladı, ardından iyiye giden tablo ve aşılmaya başlanan açlık heyecanıyla iş büyüdü, tohum bankaları oluşturuldu.
Neredeyse, yanlış bilmiyorsam eğer, tohum bakanlığı gibi bir bürokratik örgütlenmeyle çok tipik bir deneyim sağlanmış oldu.

Aslında, bizler her ne olursak olalım, eğerdünyada pek makbul olan ve kendi topraklarımızın özgün ürünü Pembe Domatesi yetiştirmek için kollarımızı sıvama isteği ve heyecanı gösteriyorsak,kendi yaşamlarımızı en sade yollarla, burnumuzun dibindeki olanakları eyleme dönüştürerek sağlayabiliriz.
Evet, yapabiliriz…tıpkı Obama’nın dediği gibi…
Sade düşünüp, yalın girişip yaptığımız her şey de bize ‘insan’olmanın erdemini sunacaktır kuşkunuz olmasın!
Pembe Domatesi bir serüven tadıyla yetiştirip dalından buğusuyla toplayan hangimiz, ondan sonra bir böceğin üstüne basıp öldürebilir, bir insana kötülük yapabilir ki.