SEVGİLİ PEMBE DOMATES DOSTLARI…
Ne kadar güzel bir başlık altında toplanıyoruz.Bir sürü hayhuyun arasından sıyrılıp, pespembe ve doğaya ait ,bizi görüntüsüyle olduğu kadar midevi olmasıyla da mutlu eden domatesin birleştiriciliğiyle burada olmak çok güzel bir şey.
Aslına bakacak olursanız pembe domates dostluğunun özü bu… Bundan daha fazla söz biraz işin gevezeliği olmuyor mu?.. Şimdi ben bunu yapacağım galiba.
Dün sabah, sizlerle burada buluşacağım düşüncesiyle gözlerimi açtım ve bunu düşünerek kapıdan gazeteleri aldım. Şöyle bir başlıkları, manşetleri, fotoğrafları taradım…Hollanda’da parçalanan uçağın, hayatını kaybedenlerin görüntülerine yüzümü buruşturturdum.
Birbiriyle bitmeyen didişme haberlerine, ‘göz atsam mı?’diye kararsızlık geçirdim, elimdeki tomarla camın kenarına kadar geldim, kapıyı açıp havayı soludum, günlerdir esen,havayı dipdiri yapan kuzey rüzgarı gitmiş, isi dumanı yoğunlaştıran güney rüzgarı gelmiş. Tam,aceleyle kapatıyordum ki, gözüm kırmızı erik ağacına ilişti. Önce kar birikintileri, sonrada dalların salgıları sandığım beyazımsı pembeliklerin baharın, yenileşmenin, ‘daha ben buradayım, gitmiyorum bir yerlere’ diyen doğanın müjdecisi olan çiçekleri gördüm…İçim bir coştu, bir doldu, anlatamam…
Bu heyecan, bu coşku günlerimi donatacak diye geçirdim içimden ve hemen aklıma sizler geldiniz yeniden…
İşte dedim, bu duygu bizi ortak yapan…Erik ağacının şölenini, müjdeciğini, iyiliği bize getirmesini ve yaşatmasının yerine pembe domates yetiştirme ve onları bizim gibi coşku duyacak olanlara yayma heyecanını koyalım.Tamı tamına örtüşmüyor mu?...
Ama galiba biraz farklılık var, hakça söylemek gerekirse, kargalarla yarışa girip kapmaca oynadığımız kırmızı erikler feci ekşi…Neredeyse bütün duyu organlarımızı buruşturmadan yememiz olası değil.
Oysa Pembe Domatesler öyle mi?...
Domates tutkunlarının (beni saymayın, belli bir yaşa gelene kadar domates yerken ağlamaklı olurdum) neredeyse karşısında saygı duruşunda bulundukları bu türün lezzeti tartışmasız çok üstün.
İflah olmaz domates tutkunu eşim, daha PDA oluşmadan önce, Türkiye düzleminde, nerede ortalığa çıkıyorsa kokusunu alıp oranın müdavimi olan tüketicilerindendi…Hala da öyledir.
Çanakkale’ler mi, Akhisar’lar mı, Datça Aktur pazarına gelen Çine Pembeleri mi?...hemen hepsinin peşine düşmeyi asla ihmal etmez, bu tutumuyla da beni şaşırtmayı başarırdı.
Tabii ben de bu süreçte pembeleri hem ayırt etmeyi, hem de hakkını vermeyi pek öğrendim.
Bu arada edindiğimiz pembe domateslerin tamamen kendi tohumlarının, herhangi bir gen çalışması ve teknolojisiyle bozulmadan, doğal gübreyle desteklenmiş topraklarda, el emeği- göz nuru yetiştirildiğini öğrenmek, doğa ve çevre ilkelerimle çok uyuştuğunu da belirtmeliyim.
Bu aşamada, çok değerli ve çok sevgili Avniye ve Mehmet Tansuğ’un çabalarıyla oluşan Pembe Domates Ağı’nı, gazetenin Pazar ekinden öğrenir öğrenmez, bir halkası olmak için kolları sıvadım.
Sanırım, artık yılları bulan birlikteliğin diğer halkaları olan sizlerin benzer öyküleri vardır.
Tabii, burada bu değerli ve eşi bulunmaz lezzetteki domatesin yetiştiricisi olmaya soyunmak ve bunu kentin göbeğinde, o hercümercin içinde becermeye niyetlenmek işin belki de en heyecan veren yanı.
Düşünebiliyor musunuz, sevdiğiniz bir sebzeyi, pencere pervazınızda, balkonunuzda, terasınızda ya da bahçenizdeki küçük bir toprak parçasında yetiştiriyorsunuz. Dalından koparıp yiyorsunuz…
Müthiş bir şey. Ben bunu bir eser yaratmakla eşdeğer düşünüyorum.
Tohumları alıyoruz,çimlendiriyoruz,fideleri toprağa dikiyoruz, sonrada asıl meyva verecek saksılara geçiriyoruz.
Neredeyse başlarında bekliyoruz,ilk yapraklar, sarı sarı ilk çiçekler…aman toprak yeteri kadar derin mi,besleyici mi, kimyasal bulaşmış mı, eyvah güneş çok mu dik geliyor, ışık yeterli mi, sulama…. Derken bir sürü, bir sürü kaygı, kuşku, iç kabarması…bir meşakkatlı, süreç başlıyor ki bunu hepimiz yaşadık biliyoruz.
Meyvalar belirmeğe başladıktan sonraki heyecana burada değinirken bile içim izin vermeyecek biliyorum onun için kısa geçeceğim.
Bizleri burada bir kez daha bir araya getiren ve kendi varlığı ile gün geçtikçe uzayan Pembe Domates Ağının zinciri, ben biliyorum ki; öncelikle, bu coğrafyanın has ürünü olup ta, bu topraklardan yok olmaya yüz tutmuş türün yeniden çoğalmasını, yayılmasını isteyenlerden ve bizzat evinde, balkonunda, bahçesinde gözü gibi bakarak yetiştiren gönüllülerden oluşmaktadır.
Evlerimizde, balkonlarımızda yetiştirmemiz demek, gözümüzden bile sakınmamız,bütün kötülüklerden korumak için kolları sıvamamız demek değil midir, bir anlamda.
Zaten Pembe Domates Ağı’na üye olmak için bir sürü bir sürü maddeyi okuyup kabul edip söz vermedik mi?.
Hepimiz biliyoruz, doğayı tahrip ede ede, örseleye, ite kaka, güzelim tarım alanlarını,su kaynaklarını ve havzalarını, kısa görüşlü, küçük hesapçı, rant peşinde çılgınca koşan, köşe dönmeci yap-satçılara nasıl peşkeş çeke çeke tüketip küstürdüğümüzü..
Yeşilden, çiçekten böcekten arındırılmış ucube şehirlerde yapay yaşamlarla kendimizi kolu kanadı kırık, kendi doğallığımızdan yoksun mahkumlar yapmadık mı?
Böylelikle de tüm kainatın sonunu hızlandırdık ama şimdi durduramıyor,zamanı geriye saramıyoruz bir türlü…
Hele hele son yıllardaki gözle görülür değişimlerle, kuraklaşma ve susuzlukla geriye dönülmez bir yokoluşun eşiğinde olduğumuzu…
Biz, Anadolu gibi verimli toprakların insanları olarak pembe domates benzeri daha kaç değerli sayısız ürünü telef etmiş bir toplulukuz.
Tarım alanlarının yok edilmesinin yanı sıra, tarım ürünlerinin sözde verimini artırmak ve böylece daha fazla kar elde etmek için kısaca ‘hormon’olarak bilinen kimyasallar yapay ortam seralarda, acımasızca, şırıngalarla çiçeklere uygulanmasına ben gözlerimle tanık oldum.
Artan sağlık sorunları, çığ gibi büyüyen kanser vakalarını hangimiz yok sayabiliriz.
Hepimizin çok değerli bilgileri ve benzeri anıları vardır kuşkusuz.
İşte bu olumsuz anılar, birikimler gün geliyor ,içimizdeki sessiz isyandan, fark ettiğimiz pişmanlıktan beslenerek bir ortak eyleme,ortak yapıcılığa dönüşüyor.
Tıpkı sevgili Tansuğ’ların başlatıp öncülük ettikleri gibi bir kıvılcım upuzun, yararlı bir bağlılığa, bir gönül birlikteliğine, bir ürün yetiştirme gibi bir amaç birlikteliğine dönüşüveriyor.
Küresel Isınma ,kuraklaşma, açlık derken, sorunlarımıza yeni eklemlenen Küresel Mali Krizle birlikte, çıkış yolu arama uğraşları bize gösteriyor ki, balkon tarımı ve bizim de benzerini yürüttüğümüz tohum paylaşımıyla küçük ölçekli yetiştiricilik yapma heyecanımız çok doğru ve çok stratejik.
Bana öyle geliyor ki, yaşam sürecimiz ve buradaki rollerimiz ne olursa olsun temel yaşam kaynaklarımız ve onları sağlama yetimiz yine bizim ellerimizde…
Ve yaşadığımız yerin pencere içi, aydınlık bir köşesi, balkonu kadar yakınımızda ve çok basit çabayla ulaşılabilecek pratiklikte…
Tabii burada, tam da yeri gelmişken, Küba’daki ‘balkon tarımı’, ‘balkon yetiştiriciliği’ devriminden de sözetmeden geçmek istemiyorum..
Aslında örnek vermek ve hatırlatmak yeterli sanırım. Sizlerin deçok iyi bildiğiniz gibi,.
Küba’ya ABD ekonomik yaptırım uygulamaya başlayınca, kıt kaynakları yüzünden krize giren ülkede kısa sürede gıda stokları tükenmiş, ciddi bir açlık baş göstermişti.
Tam o sırada, Havana’da bir ilkokul öğretmeni olan Maria Felix Bonome, herkesi balkonda yetiştiricilik yapmağa çağırdı.
Önce baklagilleri çimlendirerek fideler elde ettiler, sonra tohum paylaşımı başladı, ardından iyiye giden tablo ve aşılmaya başlanan açlık heyecanıyla iş büyüdü, tohum bankaları oluşturuldu.
Neredeyse, yanlış bilmiyorsam eğer, tohum bakanlığı gibi bir bürokratik örgütlenmeyle çok tipik bir deneyim sağlanmış oldu.
Aslında, bizler her ne olursak olalım, eğerdünyada pek makbul olan ve kendi topraklarımızın özgün ürünü Pembe Domatesi yetiştirmek için kollarımızı sıvama isteği ve heyecanı gösteriyorsak,kendi yaşamlarımızı en sade yollarla, burnumuzun dibindeki olanakları eyleme dönüştürerek sağlayabiliriz.
Evet, yapabiliriz…tıpkı Obama’nın dediği gibi…
Sade düşünüp, yalın girişip yaptığımız her şey de bize ‘insan’olmanın erdemini sunacaktır kuşkunuz olmasın!
Pembe Domatesi bir serüven tadıyla yetiştirip dalından buğusuyla toplayan hangimiz, ondan sonra bir böceğin üstüne basıp öldürebilir, bir insana kötülük yapabilir ki.
Ne kadar güzel bir başlık altında toplanıyoruz.Bir sürü hayhuyun arasından sıyrılıp, pespembe ve doğaya ait ,bizi görüntüsüyle olduğu kadar midevi olmasıyla da mutlu eden domatesin birleştiriciliğiyle burada olmak çok güzel bir şey.
Aslına bakacak olursanız pembe domates dostluğunun özü bu… Bundan daha fazla söz biraz işin gevezeliği olmuyor mu?.. Şimdi ben bunu yapacağım galiba.
Dün sabah, sizlerle burada buluşacağım düşüncesiyle gözlerimi açtım ve bunu düşünerek kapıdan gazeteleri aldım. Şöyle bir başlıkları, manşetleri, fotoğrafları taradım…Hollanda’da parçalanan uçağın, hayatını kaybedenlerin görüntülerine yüzümü buruşturturdum.
Birbiriyle bitmeyen didişme haberlerine, ‘göz atsam mı?’diye kararsızlık geçirdim, elimdeki tomarla camın kenarına kadar geldim, kapıyı açıp havayı soludum, günlerdir esen,havayı dipdiri yapan kuzey rüzgarı gitmiş, isi dumanı yoğunlaştıran güney rüzgarı gelmiş. Tam,aceleyle kapatıyordum ki, gözüm kırmızı erik ağacına ilişti. Önce kar birikintileri, sonrada dalların salgıları sandığım beyazımsı pembeliklerin baharın, yenileşmenin, ‘daha ben buradayım, gitmiyorum bir yerlere’ diyen doğanın müjdecisi olan çiçekleri gördüm…İçim bir coştu, bir doldu, anlatamam…
Bu heyecan, bu coşku günlerimi donatacak diye geçirdim içimden ve hemen aklıma sizler geldiniz yeniden…
İşte dedim, bu duygu bizi ortak yapan…Erik ağacının şölenini, müjdeciğini, iyiliği bize getirmesini ve yaşatmasının yerine pembe domates yetiştirme ve onları bizim gibi coşku duyacak olanlara yayma heyecanını koyalım.Tamı tamına örtüşmüyor mu?...
Ama galiba biraz farklılık var, hakça söylemek gerekirse, kargalarla yarışa girip kapmaca oynadığımız kırmızı erikler feci ekşi…Neredeyse bütün duyu organlarımızı buruşturmadan yememiz olası değil.
Oysa Pembe Domatesler öyle mi?...
Domates tutkunlarının (beni saymayın, belli bir yaşa gelene kadar domates yerken ağlamaklı olurdum) neredeyse karşısında saygı duruşunda bulundukları bu türün lezzeti tartışmasız çok üstün.
İflah olmaz domates tutkunu eşim, daha PDA oluşmadan önce, Türkiye düzleminde, nerede ortalığa çıkıyorsa kokusunu alıp oranın müdavimi olan tüketicilerindendi…Hala da öyledir.
Çanakkale’ler mi, Akhisar’lar mı, Datça Aktur pazarına gelen Çine Pembeleri mi?...hemen hepsinin peşine düşmeyi asla ihmal etmez, bu tutumuyla da beni şaşırtmayı başarırdı.
Tabii ben de bu süreçte pembeleri hem ayırt etmeyi, hem de hakkını vermeyi pek öğrendim.
Bu arada edindiğimiz pembe domateslerin tamamen kendi tohumlarının, herhangi bir gen çalışması ve teknolojisiyle bozulmadan, doğal gübreyle desteklenmiş topraklarda, el emeği- göz nuru yetiştirildiğini öğrenmek, doğa ve çevre ilkelerimle çok uyuştuğunu da belirtmeliyim.
Bu aşamada, çok değerli ve çok sevgili Avniye ve Mehmet Tansuğ’un çabalarıyla oluşan Pembe Domates Ağı’nı, gazetenin Pazar ekinden öğrenir öğrenmez, bir halkası olmak için kolları sıvadım.
Sanırım, artık yılları bulan birlikteliğin diğer halkaları olan sizlerin benzer öyküleri vardır.
Tabii, burada bu değerli ve eşi bulunmaz lezzetteki domatesin yetiştiricisi olmaya soyunmak ve bunu kentin göbeğinde, o hercümercin içinde becermeye niyetlenmek işin belki de en heyecan veren yanı.
Düşünebiliyor musunuz, sevdiğiniz bir sebzeyi, pencere pervazınızda, balkonunuzda, terasınızda ya da bahçenizdeki küçük bir toprak parçasında yetiştiriyorsunuz. Dalından koparıp yiyorsunuz…
Müthiş bir şey. Ben bunu bir eser yaratmakla eşdeğer düşünüyorum.
Tohumları alıyoruz,çimlendiriyoruz,fideleri toprağa dikiyoruz, sonrada asıl meyva verecek saksılara geçiriyoruz.
Neredeyse başlarında bekliyoruz,ilk yapraklar, sarı sarı ilk çiçekler…aman toprak yeteri kadar derin mi,besleyici mi, kimyasal bulaşmış mı, eyvah güneş çok mu dik geliyor, ışık yeterli mi, sulama…. Derken bir sürü, bir sürü kaygı, kuşku, iç kabarması…bir meşakkatlı, süreç başlıyor ki bunu hepimiz yaşadık biliyoruz.
Meyvalar belirmeğe başladıktan sonraki heyecana burada değinirken bile içim izin vermeyecek biliyorum onun için kısa geçeceğim.
Bizleri burada bir kez daha bir araya getiren ve kendi varlığı ile gün geçtikçe uzayan Pembe Domates Ağının zinciri, ben biliyorum ki; öncelikle, bu coğrafyanın has ürünü olup ta, bu topraklardan yok olmaya yüz tutmuş türün yeniden çoğalmasını, yayılmasını isteyenlerden ve bizzat evinde, balkonunda, bahçesinde gözü gibi bakarak yetiştiren gönüllülerden oluşmaktadır.
Evlerimizde, balkonlarımızda yetiştirmemiz demek, gözümüzden bile sakınmamız,bütün kötülüklerden korumak için kolları sıvamamız demek değil midir, bir anlamda.
Zaten Pembe Domates Ağı’na üye olmak için bir sürü bir sürü maddeyi okuyup kabul edip söz vermedik mi?.
Hepimiz biliyoruz, doğayı tahrip ede ede, örseleye, ite kaka, güzelim tarım alanlarını,su kaynaklarını ve havzalarını, kısa görüşlü, küçük hesapçı, rant peşinde çılgınca koşan, köşe dönmeci yap-satçılara nasıl peşkeş çeke çeke tüketip küstürdüğümüzü..
Yeşilden, çiçekten böcekten arındırılmış ucube şehirlerde yapay yaşamlarla kendimizi kolu kanadı kırık, kendi doğallığımızdan yoksun mahkumlar yapmadık mı?
Böylelikle de tüm kainatın sonunu hızlandırdık ama şimdi durduramıyor,zamanı geriye saramıyoruz bir türlü…
Hele hele son yıllardaki gözle görülür değişimlerle, kuraklaşma ve susuzlukla geriye dönülmez bir yokoluşun eşiğinde olduğumuzu…
Biz, Anadolu gibi verimli toprakların insanları olarak pembe domates benzeri daha kaç değerli sayısız ürünü telef etmiş bir toplulukuz.
Tarım alanlarının yok edilmesinin yanı sıra, tarım ürünlerinin sözde verimini artırmak ve böylece daha fazla kar elde etmek için kısaca ‘hormon’olarak bilinen kimyasallar yapay ortam seralarda, acımasızca, şırıngalarla çiçeklere uygulanmasına ben gözlerimle tanık oldum.
Artan sağlık sorunları, çığ gibi büyüyen kanser vakalarını hangimiz yok sayabiliriz.
Hepimizin çok değerli bilgileri ve benzeri anıları vardır kuşkusuz.
İşte bu olumsuz anılar, birikimler gün geliyor ,içimizdeki sessiz isyandan, fark ettiğimiz pişmanlıktan beslenerek bir ortak eyleme,ortak yapıcılığa dönüşüyor.
Tıpkı sevgili Tansuğ’ların başlatıp öncülük ettikleri gibi bir kıvılcım upuzun, yararlı bir bağlılığa, bir gönül birlikteliğine, bir ürün yetiştirme gibi bir amaç birlikteliğine dönüşüveriyor.
Küresel Isınma ,kuraklaşma, açlık derken, sorunlarımıza yeni eklemlenen Küresel Mali Krizle birlikte, çıkış yolu arama uğraşları bize gösteriyor ki, balkon tarımı ve bizim de benzerini yürüttüğümüz tohum paylaşımıyla küçük ölçekli yetiştiricilik yapma heyecanımız çok doğru ve çok stratejik.
Bana öyle geliyor ki, yaşam sürecimiz ve buradaki rollerimiz ne olursa olsun temel yaşam kaynaklarımız ve onları sağlama yetimiz yine bizim ellerimizde…
Ve yaşadığımız yerin pencere içi, aydınlık bir köşesi, balkonu kadar yakınımızda ve çok basit çabayla ulaşılabilecek pratiklikte…
Tabii burada, tam da yeri gelmişken, Küba’daki ‘balkon tarımı’, ‘balkon yetiştiriciliği’ devriminden de sözetmeden geçmek istemiyorum..
Aslında örnek vermek ve hatırlatmak yeterli sanırım. Sizlerin deçok iyi bildiğiniz gibi,.
Küba’ya ABD ekonomik yaptırım uygulamaya başlayınca, kıt kaynakları yüzünden krize giren ülkede kısa sürede gıda stokları tükenmiş, ciddi bir açlık baş göstermişti.
Tam o sırada, Havana’da bir ilkokul öğretmeni olan Maria Felix Bonome, herkesi balkonda yetiştiricilik yapmağa çağırdı.
Önce baklagilleri çimlendirerek fideler elde ettiler, sonra tohum paylaşımı başladı, ardından iyiye giden tablo ve aşılmaya başlanan açlık heyecanıyla iş büyüdü, tohum bankaları oluşturuldu.
Neredeyse, yanlış bilmiyorsam eğer, tohum bakanlığı gibi bir bürokratik örgütlenmeyle çok tipik bir deneyim sağlanmış oldu.
Aslında, bizler her ne olursak olalım, eğerdünyada pek makbul olan ve kendi topraklarımızın özgün ürünü Pembe Domatesi yetiştirmek için kollarımızı sıvama isteği ve heyecanı gösteriyorsak,kendi yaşamlarımızı en sade yollarla, burnumuzun dibindeki olanakları eyleme dönüştürerek sağlayabiliriz.
Evet, yapabiliriz…tıpkı Obama’nın dediği gibi…
Sade düşünüp, yalın girişip yaptığımız her şey de bize ‘insan’olmanın erdemini sunacaktır kuşkunuz olmasın!
Pembe Domatesi bir serüven tadıyla yetiştirip dalından buğusuyla toplayan hangimiz, ondan sonra bir böceğin üstüne basıp öldürebilir, bir insana kötülük yapabilir ki.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder